Eylem BULDU…
Geçtiğimiz günlerde bir pankart daha susturuldu. İstanbul’un göbeğinde, milyonların gözleri önünde yükselen bir pankart, birdenbire yok edildi. Gerekçe tanıdık: Seçim Kanunu’nun 291. maddesi. Uygulayanlar kendilerinden emin, savunmaları hazır: “Yasa böyle diyor.” Oysa sormamız gereken soru şu: Gerçekten yasa mı diyor, yoksa biz mi susturmak istiyoruz?
Ekrem İmamoğlu’nun kamuoyuna hitaben hazırladığı pankart, ne kin ne nefret içeriyordu. Aksine, siyasi bir mesaj, demokratik bir eleştiriydi. Fakat belli ki, bu ülkede bazı sözler “rahatsız edici” bulunuyor. Ve bu “rahatsızlık” giderek hukuktan daha güçlü bir sansür aracı haline geliyor.
291. madde elbette bir yasadır. Ama hiçbir yasa, kendisini uygulayanın vicdanından ve niyetinden bağımsız değildir. Seçim yasakları, siyasal eşitlik için konulmuştur; muhalefeti susturmak için değil. Hele ki bir belediye başkanının kamuoyuna hesap verme biçimi olan bir pankartı “yasaklı” ilan etmek, sadece o kişiyi değil, onu seçen milyonları da susturmak demektir.
Burada mesele İmamoğlu’nu sevmek ya da sevmemek değil. Mesele, bu ülkenin her yurttaşının eşit haklarla söz söyleyebilmesi. Bugün İmamoğlu’nun pankartı kaldırılır, yarın bir başkasının sesi kesilir. Sessizlik bulaşıcıdır. Ve sonunda konuşacak kimse kalmaz.
Unutmayalım, Türkiye bir sessizlik rejimi olmaya doğru sürüklenirse, sadece muhalefet değil, iktidar da kaybeder. Çünkü fikirlerin yarışmadığı bir memlekette, sonunda kimse kazanmaz. Sadece otorite büyür, özgürlük küçülür.
Ben 291. maddeyi değil, onun nasıl kullanıldığını sorguluyorum. Ve bu sorgulama, demokrasiyi seven herkesin görevi olmalı.